Star Trek ve felsefe

Star Trek ve felsefe


Star Trek (Uzay Yolu) dizilerinin bilimkurgu film ve dizilerine etkilerinden bir önceki yazımda bahsetmiştim. Star Trek dizilerinin aynı zamanda felsefeyle olan ilişkisi de dikkate değer bir konu. Bu, onu diğer benzer yapımlardan ayıran en önemli özellik. Star Trek’in temelinde ve bölümlerindeki konularda felsefe öğelerinin etkisi o kadar yoğun ve güçlü ki, ABD’nin Georgetown Üniversitesi’nde Philosophy and Star Trek (Felsefe ve Uzay Yolu) adıyla bir ders de veriliyor. Aynı zamanda bu konuyla ilgili yazılmış kitaplar da var. Peki Star Trek’in felsefeyle nasıl bir ilişkisi var, buna bir bakalım.

Star Trek evreni

Temellerini Gene Roddenberry‘nin attığı Star Trek evreninde insanlık hem teknolojik hem de ahlâki değerler anlamında gelişmiştir. Savaşlar bitmiş, paranın kullanımı ortadan kalkmış, herkese refah sağlayan bir düzen kurulmuştur. İnsanlık aynı zamanda uzaya yayılmış, yeni gezegenler ve medeniyetler keşfetmiş, onlarla ittifak kurarak Birleşik Gezegenler Federasyonu‘nu kurmuş, evrenin de büyük bölümüne barış ve dayanışmayı getirerek kendi değerlerini yaymayı başarmıştır. İnsanlara ait Yıldız Filosu‘nda dil, din, ırk ayrımı yapmadan Birleşik Gezegenler Federasyonu’na dahil olan tüm türlere görev verilir.

Keşif görevleri ve birincil direktif

Yıldız Filosu’nda kendini koruma amaçlı savaş gemileri olsa da evrenin bilinmeyen yeni bölgelerine bunlar değil, bilimsel amaçlı keşif gemileri gönderilir. Orijinal Uzay Yolu dizisindeki Atılgan’dan başlayarak tüm Atılgan gemileri ve Voyager dizisindeki Voyager birer keşif gemisidir. Uzaydaki birçok ırkın farklı amaçları varken insanların birincil hedefi evrendeki yeni türleri keşfetmek, onlarla temasa geçmek ve gerekmedikçe savaşmamaktır.

Birincil Direktif‘e göre Yıldız Filosu gemileri ve personeli, toplumların normal gelişimlerine müdahale etmesini yasaklar. Eğer yeni keşfedilen bir toplum çok gelişmiş değilse Yıldız Filosu kendisini açığa çıkarmadan uzaktan gözlem yapar. Yeni keşfedilen iki toplum arasındaki anlaşmazlıklarda taraf tutmaz. Elbette ki dizilerde bu kuralların sıkça sorgulandığı, zaman zaman da esnetildiği oluyor ancak bu kuralın varlığı ve ona bağlı kalma çabası insanlığın evrendeki vizyonu açısından önemli.

Canlılık, bilinç ve birey kavramları

Star Trek evreninde farklı canlı türleri ve onların yaşam hakkına saygı konusu da dikkate çeker. Çoğu zaman keşif gemilerindeki personelin hayatı pahasına bu yeni keşfedilen canlılara zarar vermeden sorunu çözme riski alınır.

Yıldız Filosu, bilinç ve birey kavramlarına da önem verir. Örneğin Star Trek: The Next Generation‘da Data isimli gelişmiş bir insansı android, Yıldız Filosu tarafından binbaşı rütbesiyle Atılgan gemisinde görevlendirilir. İlerleyen bölümlerde Data’nın birey olma hakkı üzerine de tartışmalar yaşanır. Bir bölümde geçici olarak başka bir gemiye kaptan olarak atanır ve onunla aynı rütbede olan insan binbaşı başta Data’dan emir almak istemez ve her kararını sorgular. Data’nın bu durumu sona erdirmesi için aldığı kararlarla kendisini kanıtlaması gerekir.

Star Trek: Voyager dizisinde bir ışınlama kazası sonucu Tuvok ve Neelix’in DNA’ları birbirine karışır ve ışınlama bitince tek bir kişi olarak çıkarlar. Bu kişi diğer iki kişinin ortak özelliklerini barındırır ve kendine Tuvix adını verir. Kaptan, bu kazayı tersine çevirerek Tuvok ve Neelix’i geri getirmek istediğinde Tuvix bu halinden memnun olduğunu, kendisinin artık bir birey olduğunu ve yaşamak istediğini söyler. Bu örnekte iki kişi ve yeni ortaya çıkan diğer kişi arasındaki yaşama hakkı üzerine bir ahlâki ikilem ortaya çıkar.

Klon, kopya insan konusu Star Trek’te yine defalarca işlenen konulardan biri. Bir bölümde gezegendeki canlı bir sıvı madde mürettebatı ve gemiyi kopyalarak yeni bir form almak ister. Kaptan bu isteği dikkate alarak mürettebatın rızasını alır ve gezegenden ayrılır. Aradan epey bölüm bir geçtikten sonra mürettebatta fiziki bozulmalar başlar. Onlar, gezegendeki kopyalardır ve kendilerini orijinal insanlar zannederek yolculuk etmektedir. Kopya olduklarını anladıklarında o eve geri dönmekle o diğer gezegene dönmek arasında ikilemde kalırlar. Aynı zamanda birbirlerinin artık sandıkları kişiler olmadıklarını bildikleri için de varlıklarını ve davranışlarını sorgulamaya başlarlar.

Birey olma kavramı üzerine son bir örnekse Borg’lardan. Borg, Star Trek evreninde biyo-teknolojik saldırgan bir türdür. Karşılaştıkları tüm türleri asimliye ederek tek bir ortak bilince bağlarlar. Nadiren de olsa Borg drone’ları ele geçirilir ve Borg topluluğunun ortak zihninden ayrıldıktan sonra Yıldız Filosu tarafından tekrardan birey olma yolunda teşvik edilirler.

Teknoloji ve tanrı kavramı

Arthur C. Clarke der ki: “Yeterince gelişmiş bir teknoloji, sihirden ayırt edilemez”. Star Trek: The Next Generation’ın bir bölümünde Federasyon gözlem noktasındaki bir kaza sonrasında yerel ırka ait yaralanan bir kadın gemiye getirilir. Baygınken bir anlığına Kaptan Picard’ı görür. Yaraları hemen iyileştirilip gezegene bırakılınca kadın, Picard’ın tanrı olduğunu düşünür ve bunu toplumun diğer üyelerine anlatır. Picard daha sonra bu kadını tanrı olmadığına ikna etmek için uğraşır.

Star Trek: Into Darkness filminin girişinde görsel anlamda etkileyici bir sahne vardır. Az önceki örnektekinden daha da az gelişmiş bir ilkel kabile topluluğunun üyeleri, Atılgan gemisinin bir anda denizden çıkarak gökyüzüne uçuşunu görürler. Bu olaydan hemen sonra geminin kabaca şeklini yere çizip ona tanrı gibi tapmaya başlarlar. Bu iki örnek, teknolojik ilerleme ile ilkel topluların tanrı algısını anlamak açısından çarpıdır.

Star Trek film ve dizilerinde, kısaca Star Trek evreninde bunlar gibi sayısız felsefi konunun işlendiğini görebilirsiniz. Star Trek bu anlamda sadece bilimkurgu değil, felsefi anlamda da geniş bir çeşitlilik sunan, insanın zihnini farklı yönlerden besleyen bir kaynak.

+ Yorum bulunmuyor

Yorum Yaz