Minimalizm, son yıllarda popülaritesi giderek artan bir felsefi akım. Benim içinse 20 yılı aşkın bir süredir aşama aşama evrilen bir konu. Bu yazıda minimalizmin kendi tanımımı, minimalizme ilgimin nasıl başladığını ve genel hatları ile nasıl minimalist olacağınızı anlatacağım.
Minimalizme olan ilgim nasıl başladı?
Minimalizm kelimesinin varlığını bile bilmediğim zamanlarda, fazla eşyalardan kurtularak yaşam konforumu artırmaya çalışmamla başladı her şey. Daha sonra İnternet çağının başlamasıyla insanın bireysel zamanının ve odağının azalması sonucunda zihinsel süreçlerin de minimize edilmesi gerektiğini farkettim. O zamandan bu yana geçen sürede minimalist yaşam için neler gerektiği konusunda epey düşünme fırsatım oldu ve kendi tarzımı geliştirdim. Herhangi bir şeye veya sürece baktığımda, onun minimize edilmesi için ne yapılması gerektiğine dair düşünmek, yaşamımın normal bir parçası haline geldi.
Yine de tam anlamıyla bir minimalist olamadım diyebilirim. Çünkü düzenli bir hayatı olan ve şehirde yaşayan bir insan olarak vazgeçemeyeceğim şeyler var. İşimin neredeyse tamamı bilgisayar ve İnternetle ilgili. Tüketimi tamamen durduramıyorum. Yaşam şeklimi radikal biçimde değiştiremiyorum. Zaten değiştirmek de istemiyorum.
Minimalizm benim için ne ifade ediyor?
Tüketimi tam olarak kısamıyorum, vazgeçemediğim şeyler de var ve vazgeçmeye niyetli de değilim. Peki o halde minimalizm benim için tam olarak ne ifade ediyor? “İdeal bir minimalist değilsek, minimalist olmaya çalışmanın bir anlamı var mı?” diye düşünebilirsiniz. Ben açıkcası minimalizmin ifade ettiği şeyin, kişinin hayattan beklentilerine göre değiştiğini düşünüyorum. Yani bana göre minimalizmin anlamı ve kapsamı konusunda tek bir tanım yok. Benim, kendim için minimalizmden anladığım; şehirde yaşayan ortalama bir insanın, yaşam tarzından tamamen vazgeçmeden yeni çağın getirdiği bazı olumsuz etkileri azaltarak veya tamamen ortadan kaldırarak yaşam kalitesini ve konforunu artırma çabasıdır.
Minimalist yaşam nedir?
Minimalist yaşam; insan hayatındaki maddi ve manevi unsurları, ihtiyaçlara göre sınırlayıp en aza indirgeyerek, daha fazla odaklanabilirlik, hareket serbestliği, yaşam konforu ve kalitesi kazandıran yaşam şekli anlayışıdır.
Neden minimalizm?
Özellikle son 15 yılda bilgi ve iletişim teknolojilerindeki ilerleme sebebiyle yaşamın artan hızı ile her geçen gün katlanarak artan bilgi yoğunluğu, ürün çeşitliliği ve bolluğu, değişen alışveriş ve tüketim alışkanlıklarımız, özetle değişen yaşam şeklimiz sebebiyle kaldırabileceğimizden daha fazla bilgi yoğunluğuna, kullanabileceğimizden daha fazla ürün ve tüketim seçeneğine boğulmuş durumdayız.
Daha çok tüketiyor, daha çok çalışıyor, daha fazla öğrenmeye çabalıyoruz. Daha çok tüketiyoruz, sebebini bile bilmeden. Bize sunulan her şey artık daha fazla ama bu bizi daha mutlu yapmadı. Oysa ki mutlu olmak için yaşıyoruz, demek ki yanlış olan bir şeyler var. Tüm bunları yaparken ise yaşam akıp gidiyor, biz ise anı yaşıyamadan, sürekli bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz sürekli. Ancak yaşam, yaşadığınız ana odaklanıp tadını çıkarabildiğinizde güzeldir.
Teknolojinin hayatımızı kolaylaştırması gerekmiyor muydu?
Günümüzde teknoloji, hayatımızı kolaylaştırdığından çok daha fazla bizi esir ediyor, üzerimize yeni sorumluluklar yüklüyor ve zamanımızı giderek daha fazla çalıyor. Oysa ki teknolojinin hayatımızı kolaylaştırması, bizlere zaman kazandırması gerekmiyor muydu! Ama öyle olmadı. Sahip olduklarımız bizim sahibimiz oldu.
Yeni yaşam şeklimizin ortaya çıkardığı sonuç şu: İnsanlar artık kendisi için yaşayamıyor. Daha fazla çalışıyoruz, daha fazla üretiyor, daha fazla tüketiyoruz, ancak kendimizle ilgilenebilecek vaktimiz ve bu vaktin kalitesi giderek azalıyor. İnsan olarak giderek daha fazla bireyselleşiyoruz. Çünkü yakın çevremizden başkasına, hatta kendimize ayıracak zamanımız bile pek kalmadı. Birçok irili ufaklı gürültünün arasında yaşamın müziğini duymaya odaklanamıyoruz.
Bu yaşam şeklini olduğu gibi kabul etmek zorunda değiliz. İşte minimalizm buraya devreye giriyor. Bu yeni çağın ortaya çıkardığı olumsuzlukları en aza indirmek veya tamamen ortadan kaldırmak adına bir takım önlemler alabiliriz. Hayatımızı, çevremizi, ilişkilerimizi ve zihinsel süreçlerimizi sadeleştirerek daha kaliteli, konforlu ve özgür bir yaşama sahip olabiliriz.
Nasıl minimalist olunur?
Şimdi gelelim işin pratikteki kısmına. Minimalist yaşayabilmek için öncelikle nesnelerin esiri olmaktan kurtulmamız gerekiyor. Paraya, hayatı idame ettirmeye yardımı olan bir araç olmaktan öte bir anlam yüklemememiz gerekiyor. Yani parayı sevmekten vazgeçmekten zorundayız. Parayı ne kadar sevdiğinizi anlamanın yolu, fiziksel dünyanın gerçekleri ile mutluluğunuz çakıştığında, mutluluğu ne kadar hızlı ve kararlı bir şekilde seçebildiğinize dikkat etmektir. Uçuk bir örnek verelim: Sevgilinizden vazgeçmeniz için ne kadar para istersiniz? Hızlı bir şekilde ve gerçekten kalpten, “sevgilim hiç bir paraya değişilmez diyorsanız” parayla işiniz yok demektir. Eğer hımm, 1 milyon dolar fena olmaz diye düşünüyor veya küçük de olsa bir duraklama yaşıyorsanız henüz paranın etkisinden kurtulabilmiş değilsiniz demektir. Minimalist olabilmek için para ile ilgili algınızın tamamen değimesi şart.
Aynı şekilde nesnelere sahip olmak da hayatın bir gerekliliği olmaktan çıkmalı. Nesnelere aşırı şekilde bağlılık, o nesnenin kaybı sonucunda ciddi üzüntülere yol açabiliyor. İşte sizin kurtulmanız gereken zihinsel durum tam olarak bu. Oysa ki tüm bu zihin yapısını terkedip, en önemli olan şeyin maddeler değil, bizler olduğunun farkına varırsak, o zaman maddelerin gelip geçici olduğunu, kayıplarının telafi edilebilir olduğunu anlarız ve maddelerin bizi üzmesine izin vermeyiz. İsviçre Sigorta’nın bir reklamında dediği gibi;
“Arabanız mahvolmuş olabilir, ama gününüzün mahvolması gerekmez”.
Nesneleri, hayatımızın merkezi olmaktan çıkarıp kendimizi merkeze koymalıyız. Sahip olduğumuz her nesneyi saklamak zorunda değiliz. Tabi ki bizim için hatıra niteliğinde olan nesneleri kastetmiyorum. Ancak bunlar dışında kalan ve işlevini yitirmiş, kullanmadığınız nesneleri başkaları ile paylaşmıyor, bir ilerine hibe etmiyor hatta satmıyorsak, açık bir şekilde o nesnelerin kontrolü altındayız demektir. Bu davranış, özünde kötü niyet barındırmasa da sosyo-ekonomik bir yararsızlık söz konusudur. Ben, kullanmadığım eşyalarımı düzenli olarak ya arkadaşlarıma veriyor ya da bir yerlere bağışlıyorum. Yani satma seçeneğini tercih etmiyorum. Özellikle okuduğum kitaplarımı da bu şekilde değerlendirerek kitaplığımı düzenli olarak minimize ediyorum.
Bir nesnenin atıl durumda olduğunu nasıl anlarız?
Peki bir nesnenin atıl durumda olduğuna nasıl karar verirsiniz? Aşağıdaki soruları sorabilirsiniz:
- Bunu ne kadar sık kullanıyorum?
- En son ne zaman kullandım?
- Bir daha ne zaman kullanırım?
- Benim için ne kadar gerekli?
- Tekrar ihtiyaç duyarsam, kolayca yeniden temin edebilir miyim?
Bu soruların cevapları, nesnenin vazgeçilmez olup olmadığını kafanızda netleştirecektir.
Örneğin; ev içi tamirata meraklı olduğum için zaman içerisinde penseden matkaba, kablo kesme makasından lokma takımına kadar birçok farklı tamir aletini aldım. Aam lokma takımını bugüne kadar hiç kullanmadım. Çünkü bunlar genellikle otomobil veya bisiklet cıvatalarında kullanılıyor. Bu durumda bu lokma takımının bende durmaya devam etmesinin bana bir faydası yok. Ancak onu kullanabilecek birisine verebilirsem o kişi faydalanır, ben de yerden tasarruf sağlarım.
Mülkiyetçiliğin sosyal yararsızlığının yanında kişinin kendisine de verimsiz geri dönüşleri vardır. Yılda sadece iki veya üç hafta kullanacağınız ve yıl boyu vergisini, faturalarını düşündüğünüz, hırsız girer mi kaygısını taşıdığınız bir yazlığa sahipseniz mülkiyetçi, “buna harcayacağınızdan çok daha azı ile 5 yıldızlı bir otelde tatil yapmayı tercih ederim, ne gerek var az kullanılan bir şeye kalıcı olarak sahip olmaya” diyorsanız minimalist düşünüyorsunuz demektir.
Bunlar, sadece birkaç örnekti. Minimalist yaşamak için yapılması gereken her şeyi sıralamaya kalkarsam uzun bir liste olur. Ama tanımını kendim yaptığım minimalizmin ilkelerine bakarsanız, bir minimalistin farklı durumlara nasıl yaklaşması gerektiğini biraz daha netleştirebilirsiniz. Ben şimdilik bu yazıda minimalist yaşamaya çalışmanın ana hatlarından bahsetmeye çalıştım.
Minimalizm sadece eşyalardan ibaret değil
Minimalizm iki temel kategorinin optimize edilmesi ilkesine dayanıyor. Birisi nesneler, diğeri de zihinsel süreçler. Örneğin, gerektiğinde “Hayır” diyebilme alışkanlığınız bile hayatınızda önemli bir fark yaratır. Uzun süredir bekleyen ve bir umutla aksiyona dönüşeceğini veya çözüme kavuşacağını beklediğiniz bir konudan tamamen vazgeçmeniz de zihninizi boşaltacağı için minimalist bir eylemdir. Uzun süre bekleme sebebiniz büyük ihtimalle kaybı göze alalamamanız veya potansiyel kazancı düşünmenizdir. Oysa ki buradaki kaybın sonucundaki kazanç daha büyüktür. Bunu, dükkanınızın rafında uzun süredir satılmayı bekleyen bir ürünü zararına satarak yeni ve satılabilecek bir ürüne yer açmak gibi düşünebilirsiniz. Sosyal ilişkilerinizi optimize ederek yine zihinsel süreçlerinizi daha iyi duruma getirebilirsiniz.
Minimalizmde nihai hedef
Minimalizmde niahi hedef, kişinin minimalizmden ne anladığına göre değişir. Kimi uç örneklerde hayatını bir sırt çantasına sığdırabilen insanlar var. Ancak şehirde yaşayan, bir işi, ailesi ve düzenli bir hayatı olan ortalama bir şehirli insan için böyle bir hedef uygun değildir. Benim de dahil olduğum bu yaşam biçimi için minimalizm arayışının sonu gelmez. Siz hayatınızda bir şeyleri minimize ettikçe zaman içerisinde minimize etmeniz gereken yeni süreçler ortaya çıkacaktır. Bu sonu gelmeyen bir süreçtir aslında.
Minimalist nedir?
Minimalist olmak demek, hiçbir şeye sahip olmamak değil, sadece gerekenlere sahip olmaktır. Paranın, nesnelerin önemini ve gücünü bilmek, ancak bunun sizi kontrol ederek mutsuz etmesine izin vermemektir.
Platon, minimalizmi 2400 yıl kadar önce şu sözü ile çok güzel açıklamış;
“Önemli olan, hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır”.
Not: Bu yazı, 07.08.2011’de Bilim.org için yazdığım Minimalist Yaşam Felsefesi isimli yazının revize edilerek yeniden yazılmış halidir.
Bir yanıt yazın