80’ler ve 90’larda içerik tüketimi

80’ler ve 90’larda içerik tüketimi


İnternet’in yaygınlaşması, diğer birçok alışkanlığımızı değiştirdiği gibi tüketim alışkanlıklarımızı tümüyle değiştirdi ve verimsizleştirdi. Bu değişimin sonucunda ortaya çıkan sorunu daha iyi anlayabilmek için öncelikle İnternet öncesi çağın içerik tüketim alışkanlıklarını hatırlamak gerekiyor.

Aslında bu yazıyı, 80’ler ve 90’lar sonrası dönemdeki değişimi ve ortaya çıkan içerik tüketimi sorununu da kapsayacak şekilde yazacaktım ancak giderek uzayan bir yazı olduğunu farkettiğim için yazıyı ikiye bölmeye karar verdim. Bu yazıda 80’ler ve 90’lardaki içerik tüketimini anlatacak, bir sonraki yazıda da 2000 sonrası dönemdeki içerik tüketim alışkanlıklarımızı ve ortaya çıkan içerik tüketim sorununu anlatacağım.

80’lerde içerik tüketimi

80’lerde en önemli medya tüketim araçları TV ve gazetelerdi. Tek bir TV kanalı olan TRT vardı (1986’da TRT2 açıldı), birkaç tane büyük gazete vardı genellikle bunlar okunurdu. Dolayısıyla herkes aynı şeyleri izler, aynı haberleri okur ve aynı içerikleri tüketerek bunlar üzerine konuşur ve iletişim kurardı. İçerik tüketimini hayat görüşü, siyasal görüş farklılığı ve sosyo-ekonomik sınıfsal ayrımlar gibi kategorize edecek seçenekler yoktu. Bu da toplumun farklı sınıfları arasında ortak bir iletişim dilinin varolabilmesini sağlıyor, toplumsal iletişimi kolaylaştırıyordu.

Yaşadığım örneklerden biri hala aklımdadır. TRT 1’de her pazartesi günü 21.00’de üst düzey bir film yayınlanırdı. Bir keresinde Uzay Yolu III: Spock’ı Ararken filmi gösterilmişti. Ertesi gün mahalle bakkalında, bakkal ve müşteri arasında “Spock’ın kulakları” konuşuluyordu ki, o zamanlar çocuk olan ben de o konuşmayı dikkatle dinliyordum. Çünkü ben de izlemiştim. Hepimiz aynı şeyi izliyorduk.

80’li yıllarda yine günü ve saati belli bir takım diziler olurdu ve bunlar başladığında hayat dururdu. Örneğin TRT’de cuma akşamları yayınlanan Ziyaretçiler dizisi başladığında, o çağlardaki en büyük eğlencemiz olan saklanbaçı bırakır, koşa koşa eve giderdik. Yaz tatillerinde, gün ortasında yayınlanan Varyemez Amca çizgi filmi başladığında da durum aynıydı.

Herkesin anılarında yer eden Dallas, Yalan Rüzgarı vs. gibi pembe diziler de 35-40 yaş üzeri birçok insanın ortak paydasıdır. Seçeneklerin az olması hatta olmaması herkes tarafından aynı içeriğin tüketilmesi sonucunu doğuruyordu. TV ile sınırlı kalmak istemeyen orta ve üst sınıf aileler için video kaset kiralama gibi bir seçenek vardı. Video kasetler de yine aşağı yukarı aynı içerik seçeneklerini sunuyordu insanlara. Çünkü ülkeye hangi filmler giriyorsa o filmler kopyalanıyor ve video kasetçilere dağıtılıyordu. O sıralarda popüler olan bir film varsa video kasetçiniz size onu öneriyordu çünkü sizin filmlerden de, hangi filmin iyi olduğundan da haberiniz olmuyordu. Video kasetçiler dışında bir filmi izleyip de beğenen arkadaşlarınız, komşularınız tavsiye edebiliyordı. Video kasetlerle film izleyenlerle izlemeyenler arasında da önemli bir kopukluk olmuyordu.

80’lerde sinema salonlarında film izlemek bugünkü kadar popüler değildi. Zaten koca İstanbul’da bile sinema salonu sayısı kısıtlıydı. O dönemde tiyatro daha popülerdi. Zeki Alasya & Metin Akpınar, Ali Poyrazoğlu ve Nejat Uygur gibi isimlerin oyunları daha çok tercih ediliyordu.

80’lerde müzik tüketimi kaset çalar teypler üzerinden karşılanıyordu. Seçenekler az değildi belki ama her yerde tüketildiği için toplumun her kesimi bu tüketime maruz kalıyordu. Böylece birbirinden farklı müzik zevklerine sahip insanların, diğer her türdeki müzik içeriğine karşı bir aşinalığı oluyordu. Tüketim, kasetler aracılığıyla yapıldığı için seçenekler, satın aldıklarınızla sınırlıydı. Bu da aynı şarkıların defalarca ve defalarca tüketilmesine sebep oluyordu.

Günümüzde kitap okunma alışkanlığının yaygın olmaması ile ilgili yakınıyoruz. Geçmişte de bu durum farklı değildi ancak okuma profili farklıydı. Bugünün en çok satan popüler romanlarının karşılığı o dönemde aşk ve polisiye romanlarıydı. Ancak günümüzün aksine, düzenli kitap okuma alışkanlığı olmayanlar da bu tür kitapları alır ve okurdu. Çünkü tüketilebilecek içerik seçeneği çok azdı. Ve kitap okumaya ayrılacak daha net zaman boşlukları vardı.

90’larda içerik tüketimi

Özel televizyon kanallarının ortaya çıkışıyla beraber TV’deki içerik seçenekleri artmaya başladı. Yine de toplumun büyük bölümü tarafından benzer içerikler tüketiliyordu. O dönem yayınlanan filmler, diziler, yarışmalar, haber ve tartışma programları makul sayıda ve kaliteli bir içerik sunuyordu. 90’ların ikinci yarısından itibaren TV’lerdeki içeriklerin tüketiminde farklılaşma başladı. Kanal ve program sayısı artarken içerik kalitesi düşmeye başladı.

90’lardaki en önemli içerik tüketim seçeneklerinden birisi gazetelerdi. 80’lerdeki gibi yine birkaç büyük gazete piyasaya hakimdi. Gazetelerin tiraj rekâbetini promosyon için dağıttığı ürünlere yoğunlaştırması ve bunun da halktan ilgi görmesi sebebiyle birçok eve birden fazla gazete girerdi ki, bunlar da o büyük gazetelerdi. Birçok eve giren bu gazeteler yine benzer haber içeriklerinin tüketilmesine sebep oluyordu.

90’lı yıllardaki gazetelerden bahsetmişken, benim için özel bir yeri olan YeniYüzyıl‘dan da bahsetmeliyim. YeniYüzyıl (onlar birleşik yazardı), seçeneklerin aşağı yukarı aynı olduğu bir dönemde gazetecilik dünyasını tabiri caizse hackleyen bir gazeteydi. Tarafsızdı, kaliteliydi, içeriği doyurucuydu, sayfa mizanpajı düzgündü. Ben lise son sınıftayken yayınlanmaya başlayan gazeteyi, neredeyse kapanana kadar 4 yıl boyunca aldım. Bu seçenek, benim gazete içeriğinde farklı bir tüketimle ayrışmama sebep oldu.

90’lar radyonun altın çağıydı. Tıpkı TV’de olduğu gibi radyo da TRT tekelinden çıkmış ve çok sayıda özel radyo kanalı açılmıştı. Bu radyo kanalları, TRT’nin aksine internatif bir yayıncılık yaptığı, yani dinleyicilerle iletişim kurduğu için oldukça seviliyordu. Radyo o dönem İnternet gibi kullanılıyor desek yeridir. İnsanlar, neredeyse her konuda görüşlerini belirtebileceği programların canlı yayınlarına çıkıyordu (Facebook, Twitter gönderileri gibi). İnsanlar radyo kanallarına faks çekerek, kendini tarif ediyor, telefon numaralarını veriyordu. Radyo kanalları bu faksları okuyor ve karşı cinsten isteyenler bu kişileri arayabiliyordu (Arkadaşlık siteleri, Tinder). Bu saydıklarım, 90’ların son döneminde doruğa ulaşan bir akımdı. 2000’lerin başlarından sonra İnternet’in yaygınlaşması ile bu akım sona erdi.

90’larda radyo, 80’lerdeki müzik tüketim alışkanlığını da değiştirdi. Artık kaset çalar teypler yerine radyolar tercih ediliyordu. Çünkü her müzik zevkine uygun farklı radyo kanalları açılmıştı ve bu kanallarda ilgili müzik türüne dair bolca içerik yayınlanıyordu. Dolayısıyla kaset almak anlamını yitirmeye başlamıştı. Seçenekler çoğalmıştı, alışkanlıklar değişmişti.

Sinema salonlarında film izlemek 90’larda hâlâ çok popüler bir içerik tüketim seçeneği değildi. Sinema salonları da, gösterime giren film adedi de hâlâ azdı. Bu da, yine ortak içerik tüketimine sebep oluyordu. Mesela 1990’da vizyona giren Geleceğe Dönüş III filmine gittiğimde, filmin bitiminde komşularımızdan birine rastlamıştım salonda. O kişi şu an bu tarz içeriklerle ilgilenmiyor. Ama o dönemde benimle aynı içeriği tüketiyordu. Çünkü içerik tüketim seçenekleri kısıtlıydı.

90’ların sonlarında AVM furyasının ortaya çıkmaya başlamasıyla sinema salonlarında ciddi bir artış yaşandı. Sinemada film izlemek artık giderek daha önemli bir tüketim seçeneği haline gelmeye başladı.

CD ve DVD oynatıcıların ortaya çıkmasıyla birlikte 90’ların ikinci yarısında film içeriğinin evde tüketilmesi daha popüler hale geldi. Seçenekler çoğalmaya başladığı için artık bu kategorideki ortak içerik tüketimi azalmaya başladı.

Kişisel bilgisayarların ve oyun konsollarının ortaya çıkmaya başlamasıyla 90’larda yeni bir içerik tüketimi kategorisi doğdu: Bilgisayar oyunları. Atari, Commodore 64 ve Amiga gibi konsol ve bilgisayarların sunduğu seçenekler yine de azdı. Bu yüzdendir ki neredeyse hepimiz Super Mario, Pac-Man, Tetris, Mortal Combat, Street Fighter, Sensible Soccer gibi oyunları biliyoruz. Çünkü seçenekler azdı ve hepimiz aşağı yukarı aynı şeyleri oynuyorduk. 90’ların ikinci yarısında PC’lerin ve Playstation konsolunun ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla birlikte seçenekler çoğaldı. Yine de tüketim, kontrol edilebilir düzeydeydi. Örneğin o dönemki oyun dergilerinin verdiği demo CD’lerindeki tüm oyunları mutlaka oynamış olurduk.

Oyun içeriği tüketiminin bir başka alternatifi de 80’lerin sonlarında ortaya çıkan ve 90’ların ilk yarısında altın çağını yaşayan oyun salonlarıydı (daha atari salonu olarak anılırdı). Bu salonlardaki oyunların çeşitliliği de yine 10-15’ten fazla değildi. O dönem bu salonlara gidenlerin çoğu aynı oyunları oynardı.

Dergilerin de en verimli tüketildiği dönemlerden biriydi 90’lar. Alınan derginin (künyesi ve reklamları dahil) tamamı okunur ve %100 tüketilirdi. 90’larda aldığım Tübitak Bilim ve Teknik, Focus, CHIP, Level ve PC Gamer dergilerini bu şekilde sonuna kadar okurdum. Çünkü o dönem bir içerik bombardımanı ve zamanımızı bölecek dikkat dağıtıcı unsurlar (cep telefonu, internet vs.) yoktu.

80’ler ve 90’larda içerik tüketimi bu şekildeydi. Seçenekler az olduğu için içerik tüketimi verimliydi ve bu durum, toplumda ortak bir hafızanın paylaşılmasına ve ortak bir paydada buluşulabilmesine yardımcı oluyordu. Bir sonraki yazımda da 2000’ler sonrası içerik tüketim alışkanlıklarımızdan ve ortaya çıkan içerik tüketim sorunundan bahsedeceğim. Burada yazdıklarım, o yazı ile daha anlamlı hale gelecek.

1 yorum

Yorum Yaz

+ Leave a Comment