Türkiye’de spor kültürü

Türkiye’de spor kültürü


Üsküdar’da, Nuhkuyusu Caddesi üzerinde Burhan Felek Atletizm Pisti vardır. Kadıköy’e giden ana caddeden görünmesi sebebiyle, burayı çocukluğumdan beri hep görürdüm ve aklımda “acaba gidip ben de başvursam, antrenman yapabilir miyim, takıma alınabilir miyim?” soruları olurdu. Çünkü kısa mesafelerde çok hızlıydım ve normalden daha iyi bir performansa sahip olduğumun farkındaydım.

Ancak bunlar hep soru olarak kaldı ve ben de hiç eyleme dönüştüremedim. Çünkü nereden başlayacağımı, nasıl ilerleyeceğimi bilmiyordum. Çevremde bunları sorabileceğim bir yer de, beni yönlendirebilecek birileri de yoktu. Sonuç olarak, şu an 7 yıldır düzenli olarak sürdürdüğüm amatör koşuculuk hayatıma ancak orta yaşlara geldiğimde başlayabildim. Çocukken veya ergenlik döneminde başlabilseydim ne değişirdi, bunu asla bilemeyeceğim. Şimdi ise aynı pistte, neredeyse çeyrek asır sonra antrenman yapıyorum.

Çeyrek asır gecikmeli olarak Burhan Felek pistindeyim…

Benimki, içinde bir parça farkındalık ve pişmanlık barındıran bir durum. Peki ya hangi spor dalında ne kadar başarılı olabileceğini hiç bilemeden, hayal bile etmeden ömrünü geçirmiş kaç kişi vardır?

Sporla geç tanışmak

Son yıllarda başta koşu olmak üzere birçok bireysel spora ilgi artmaya başlamış durumda. Spor giyim markalarının kurduğu gruplar ve düzenledikleri organizasyonlar sayesinde daha önce düzenli spor yapmamış birçok insan da bu süreçte ilk kez sporla tanışmaya başladı. Bunların önemli bir kısmı da orta yaşlarındaydı elbette. Ben de yıllarca çeşitli sporlar yapmıştım belki ama hepsi bilinçsiz ve dağınıktı, sürekli değillerdi. Profesyonel olarak devamlılığı ilk kez sağlıyordum. Bu açıdan spor ilk kez gerçek anlamda hayatıma girmişti. Aynı şekilde birçok insanda olduğu gibi.

Birlikte spor yaptığımız kişiler arasında çocukken spora başlamış kişiler de var ama bunların neredeyse tamamının ortak özelliği, anne veya babalarının da eski sporcular olması. Yani erken yaşta aileleri tarafından yönlendirilmişler.

Türkiye’de biz bundan genellikle yoksun olsak da ABD ve Batılı ülkelerde çok farklı bir spor kültürü var. Örneğin ABD’de, bir çocuk henüz okul yıllarındayken bile aktif bir spor dalı seçerek, amatör spora çok erken yaşta başlayabiliyor ve lise çağında ise neredeyse profesyonele yakın bir düzeyde spor yapıyor. Belki Amerikan yapımı filmlerde de dikkat etmişsinizdir, ilköğretim-lise çağınd bir çocuğun odasında çeşitli kupalar, madalyalar ve başarı rozetleri olabiliyor. Bizler ise eğer okulun şartları müsaitse, temel sporlardan bir ikisine belli bir düzeyde katılabiliyoruz. Zaten büyük bir çeşitlilikte spor yapılacak imkânlar da okullarda pek yok. Bulabileceğinizin en iyisi, genellikle açık alanda basketbol potası veya voleybol filesi oluyor.

Yerel sporda daralan imkânlar

Son yıllarda birçok yeni spor tesisi açılmış olsa da, bunlar hâlâ çok yetersiz ve bulunduğunuz konuma yakın değiller. Kendimden örnek vereyim: Yaşadığım mahallede kocaman bir futbol sahası vardı. Burada yıllarca futbol oynadık. Sonra bu arazi üzerine rezidans yaptılar. Kalan küçük bir bölümüne basketbol sahası yaptılar ama burası da rezidans yönetiminin kontrolünde olduğu için istedikleri saatte açıp kapatıyorlar. Bu sahaya gelip oynayanların çoğu, çevre mahallelerden gelen, oynayacak alan bulamayan çocuklar.

Karşımızda da bir öğrenci yurdu var. Burada ben çocukken voleybol maçları yapıldığını hatırlarım. Öyle, ders sonrası basit bir aktivite gibi değildi. Çok iyi oynarlardı gerçekten. Ben de balkondan oturup izlerdim. Yıllar sonra voleybol filesi kalktı, basketbol potası takıldı. Burada mahallenin çocukları oynamaya başlayınca yurt yönetimi o potaları da kaldırdı. Koca yurtta 30 yıl önce her gün spor yapılırken şimdi çıt çıkmıyor.

90’ların başlarında, Andre Agassi’nin yıldız olduğu zamanlarda da yine boş bir alanı tenis kortuna çevirmiştik. Kendimize toplar, raketler almıştık. Burada her gün, baya baya tenis oynuyorduk. Çocuk yaşta kendi çabamızla buna adım atmıştık. Sonra bu alan da kapatıldı ve bir daha orada da spor aktivitesi yapılamadı.

Çocukluk dönemimde, evime 200 metre mesafede futbol oynanabilecek 7 tane alan varken, bugün hiçbirisi yok. Her birinin üzerine ya bir yapı konduruldu ya da bir şekilde farklı bir kullanım amacıyla kapatıldı.

Özetle, hem şehrin her boş noktasının yapılaşarak dolması hem de spora karşı genel tutum, spor yapılmasına dair imkânların gelişmesine pek yardımcı olmuyor. Varolan tesisler de genelde evlerden, okullardan uzak olduğu için, buralara gidip spor yapmak da ufak yolculuklar gerektiriyor.

Spor kültürü ve uluslararası başarılar

Zayıf bir spor kültürü ve yetersiz imkânlar, olimpiyatlarda katılım sağlanan spor dallarının çeşitliliği ve kazanılan başarılarda kendini somut olarak gösteriyor. Türkiye, bugüne kadar 22 kez katıldığı olimpiyatlarda 75 farklı sporcuyla 91 madalya kazanabildi. Ancak en çarpıcı olanı, bunların çoğunun güreşte kazanılmış olması ve toplam 6 farklı branşta varlık gösterebilmiş olmamız.

Türkiye’nin olimpiyatlarda kazandığı madalyalar ve branşları

Durumu daha iyi anlamak için basit bir kıyaslama yapmak gerekirse, örneğin 10 milyon nüfuslu komşumuz Yunanistan, olimpiyatların 15 farklı branşında 116 madalya almayı başardı. Ve bu madalyaların çoğu tek bir branştan ziyade farklı branşlara neredeyse eşit sayılacak bir yoğunlukta dağılmış.

Yunanistan’ın olimpiyatlarda kazandığı madalyalar ve branşları

Türkiye’de amatör sporcuya bakış

Bu yazıyı yazının ana fikri olarak vermeye çalıştığım iki mesaj var; birisi sporla geç tanışma diğeri ise amatör sporculara bakış açısı. Amatör sporcu olarak çoğu zaman halkla temas edebileceğimiz noktalarda oluyoruz. Örneğin sahilde veya şehir içi noktalarda koşmak gibi. Türkiye’nin en modern sayılacak noktalarında bile üzerinize yönelen tuhaf bakışlardan kurtulamıyorsunuz. Hatta bazen, erkek bile olsanız laf atanlar, yorum yapanlar olabiliyor. Genellikle en çok şunu duyuyoruz: “neden koşuyor ki bunlar?”. Yani fit ve sağlıklı görünen bir insanın koşmasının amacını anlayamıyor çoğu insan. Birçokları için bu ancak kilo verme amaçlı olarak yapılması gereken bir eylem. Bu bakış açısı en modern görünen insanlar da bile fazlasıyla mevcut.

Amatör sporcu olarak yaşadığımız bir başka sorun da, özellikle yarışlar esnasında anlaşılamamak. Örneğin bağış koşulaırnın da yapıldığı İstanbul Maratonu gibi etkinliklerde, amacı koşmak değil de yürümek olanların yolu kapatması, uyarıldıklarında ise “sanki 1. olacak!” diye tepki göstermeleri. Oysa ki bir sporcunun tek amacı kürsüye çıkmak değildir. Bir süre hedefi olabilir, kendi ile yarışıyor ve gelişimini görmek istiyor olabilir. Zaten ilk üçe giremeyeceksek koşmamız gerektiği anlayışını benimsesek, yarışlara binlerce kişinin katılmasına gerek kalmaz, 10 kişi ile de yapılabilir. Bunu ne yazık ki, bir şekilde yürümek için bile olsa o koşuya gelmiş olan insana anlatamıyoruz çünkü o kişi amatör sporcu değil. Sadece yılda bir veya belki iki kez bu tür organziasyonlara, çoğu zaman da çalıştığı şirketin yönlendirmesiyle katılan kişiler.

Peki bu neden böyle? Neden sıradan insanlar, amatör sporculara karşı böyle bir tutum içinde? Amatör sporcu olmak, profesyonel bir sporcunun neler hissedebileceğine dair güçlü bir empati ve bilgi kazandırıyor. Bir süre, bir sporu düzenli olarak yaptığınızda ve o sporla ilgili bilgi sahibi olduğunuzda, yapılan işin zorluğunu görüyor ve buna saygı duyuyorsunuz. Ayrıca konuyla ilgili bilgi sahibi olduğunuz için de bakış açınız değişiyor. Türkiye’de ne yazık ki bu konuda oldukça gerideyiz.

Türkiye’de spor izleyicisi

Türkiye’de genel bir spor izleyicisi olduğunu söylemek zor. Bunun yerine taraftarlık odaklı ve çoğu zaman da fanatizmle örtüşen bir kitle söz konusu. Çünkü biz, sporu spor olarak değil, varolma mücadesi olarak bakıyoruz. Oysa ki örneğin ABD’de spor fanatizmi yok. Oradaki spor müsabakaları, ailece keyifle izlenebilecek spor etkinlikleri olarak algılanıyor.

Genellikle bu coğrafyanın en popüler sporu olan futbol ve onu takip eden basketbol için belli bir seyirci kitlesi var. Ancak hepsi bundan ibaret. Oysa ki daha atletizm, tenis, yüzme, buz hokeyi gibi daha nice spor dalı var ve dünyada bunları icra eden ve izleyen milyonlarca insan var.

Türkiye’de gerçek anlamda spor izleyicisinin yoksunluğu, popüler olmayan spor etkinliklerinin tribünlerinde veya halka açık alanlarda düzenlenen yarışlarda etkisini görüyor. Örneğin, belli yerlerde dışında koşu yarışlarında izleyici olmadan, boş sokaklarda koşuyorsunuz. İzleyicinin olması ve olmaması arasında önemli bir psikolojik motivasyon farkı var. Biz bundan çoğunlukla mahrum kalıyoruz.

Spor kültürü gelişmeli

Gün geçtikçe daha fazla insanın amatör sporlara adım atması beni sevindiriyor. Ne kadar çok insan sporla tanışırsa, spor yapan bir başkasına karşı empati geliştirebilir. Aynı zamanda spor yapan insan havuzunun genişlemesi demek, daha fazla kategoride, daha çok insanın mücadele etmesi ve uluslararası organizasyonlarda katılım ve başarı sağlanması demek. Daha fazla spor yapan insan; daha fazla sağlıklı, güler yüzlü, bilinçli ve modern düşünce yapısına sahip insan demek. Spor kültürünü geliştirdikçe, imkânları artırdıkça buna adım adım yaklaşabiliriz.

1 yorum

Yorum Yaz

+ Leave a Comment