Coğrafya kaderdir

Coğrafya kaderdir


Tarihte ilk kez İbn-i Haldun tarafından söylenen “coğrafya kaderdir” sözü daha sonra defalarca yeniden tekrar edildi. Bu konuda, coğrafanın kader olduğuna dair ağırlıklı bir görüş olsa da her iki yönde de görüşler mevcut. Bitmeyen bu tartışmada ben de kendi bakış açım ve öne süreceklerimle konuya yaklaşacağım ve başlıktan da anlaşılacağı üzere ben de coğrafyanın kaderle doğrudan ilgili olduğunu düşünüyorum.

Coğrafya neleri sunarken nelerden mahrum bırakır, bunu önce Türkiye özelinde ele alıp sonra da Batı coğrafyalarını değerlendirerek karşılaştıracağım.

“Türkiye’nin jeopolitik önemi”

Okullarda yıllarca Türkiye’nin jeopolitik öneminin olduğu öğretildi. Üç tarafının denizlerle çevrilmesi, Asya ve Avrupa’da da toprakları olması, iki kıtayı birbirine bağlayan kadim bir şehre sahip olması gibi inkâr edilemeyecek coğrafi özelliklere sahip.

Ancak Türkiye’nin coğrafi özelliklerinden kaynaklanan dezavantajları, avantajlarından daha fazla. Türkiye’nin neredeyse tüm komşuları, askeri veya siyasi bir karışıklık veya her an çatışmaya dönüşebilecek bir gerilim içerisinde. Güneydoğumuzdaki Orta Doğu coğrafyasında, bitmek bilmeyen terör ve iç savaşlar var. Modern İpek Yolu olması beklenen Türkiye, Avrupa’ya gitmek isteyen mültecilerin geçiş noktası haline geldi.

Kısacası, Türkiye’nin uzun yıllardır anlatılan jeopolitik konumu bir avantaj değil, jeopolitik laneti aslında. Türkiye, coğrafi anlamda huzurun ve istikrarın olduğu bir konumda değil.

2020’de silahlı iç çatışma yaşayan ülkeler. Aralarında Batı ülkesi bulunmadığı gibi, biri hariç tamamı güneyde bulunuyor. Türkiye hem kendisi terörle uğraşırken, güneyindeki coğrafyanın da tamamı iç çatışma halinde.

Türkiye’nin sosyo-kültürel bölünmüşlüğü

Bir coğrafyanın kaderi, aslında içinde bulunulan zaman dilimine göre de değişen bir kavram. Anadolu toprakları, Avrupa’nın kargaşa içerisinde olduğu 15. ve 16. yüzyılda daha zengin, daha huzurlu, daha üretken bir coğrafyaydı. Ancak Avrupa, coğrafi keşifler ve reformun etkisiyle hızla yükselmeye başlayınca bizler giderek bu coğrafyada sıkışmaya başladık. Bu sıkışma son 400 yıldır devam ediyor.

I. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı’nın yıkılması ve Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte Türkiye, son 100 yıldır bir modernleşme ve ilerleme çabası içerisinde. Bu konuda epeyce ilerleme kaydedilmesine rağmen Türkiye’nin sosyo-kültürel bütünlüğü sağlananamadı. Sonuçta Türkiye, Doğu ile Batı arasına sıkışmış, kendine has bir kültürel sentezi de tam olarak oluşturamamış bir durumda. Bu sosyo-kültürel bölünmüşlük durumu, Türkiye’nin kendi iç huzuru ve refahının önündeki en büyük engellerden birisi.

Elbette ki bu sosyo-kültürel bölünmüşlük kendiliğinden olmadı. II. Dünya Savaşı sonrasında taraf seçmek zorunda kalan Türkiye’nin, Marshall Yardımları ile birlikte girişine izin verdiği ABD ile başlayan süreç, Türk demokrasisinin gelişmesine hiçbir katkı sunmayan Avrupalı ülkeler ve diğer unsurların da dahil olmasıyla devam etti. Türkiye’deki fay hatlarının sürekli tetiklenmesi, ülkedeki siyasi, askeri, dini ve sosyo-kültürel kargaşının devamını sağladı. Kısacası Türkiye, kendi iç coğrafyasında bir türlü huzur bulamadı.

Biz bunlarla uğraşırken, başkaları ne yapıyor?

Sosyo-kültürel, demokratik, ekonomik ve siyasi açıdan istikrarlı olan Batılı ülkelerde farklı sorunlar yaşanıyor. Örneğin Türkiye, iptal edilen İstanbul seçimi ertesini ve gıda enflasyonunun yükünü taşırken Danimarka meclisindeki gündem, ülkedeki kalan son 4 sirk filine iyi bir emeklilik sağlamaktı.

2016’da Türkiye, şehirlerde ardı arkası kesilmeyen bombalı terör saldırıları ve iç karışıklık yaşarken İngiltere’de öne çıkan gündemlerden birisi, Brexit sonrası Toblerone’un değişen şekliydi.

Tabi ki bunlar uç örnekler belki ama bizim gündemlerimizin Batılı ülkelerden ne kadar farklı olduğunu göstermek açısından önemli.

Mikro coğrafyalardaki kaderlerimiz

Coğrafyanın kaderine bir de birey açısından bakalım.

Gençsiniz, para kazanmak, hayata dahil olmak istiyorsunuz. Ya iş bulamıyor ya da bulduğunuz işte donanımınızın karşılığı olan ücreti alamıyorsunuz. Ya düzgün bir iş bulana kadar para kazanmanızı sağlayacak esnek iş olanakları arıyorsunuz ama bulamıyorsunuz. Örneğin ABD’de, belli saatler arasında araçlı Amazon kuryeliği veya Uber şöförlüğü yaparak gerçekten tatmin edici kazançlar sağlanabiliyor.

Girişimcisiniz, öncelike fikrinizin uygulanabileceği bir pazara ihtiyacınız var. Türkiye, milyonlarca İnternet kullanıcısına rağmen birçok girişim için yeterli büyüklükte bir pazar sunamıyor. Kendi iç pazarında yeterli büyüklüğe ulaşamayan bir girişim, yabancı bir girişime, o girişimin aldığı yatırım miktarından daha azına satılıyor. Çünkü ne yazık ki Türkiye’nin ekonomik ölçeği diğer birçok ülkeye göre çok küçük. Bu da hem sermaye bulma, hem büyüme hem de girişimin küreselleşebilmesi anlamında girişimcinin önünü tıkıyor.

Spora meraklısınız hatta profesyonel sporcu olmak istiyorsunuz. Ama büyük ihtimalle bunu denemiyorsunuz bile. Çünkü ne yeteri kadar tesis, ne sporcu kazandıracak bir yapı, ne etrafınızda sizi yönlendirebilecek birisi var. Türkiye’de spor kültürü başlıklı yazımda da bahsettiğim üzere, örneğin ABD’de tüm okullarda neredeyse her türlü sporun yapılabileceği takımlar var. Böylece çocuk yatan itibaren düzenli sporla tanışabiliyor, lise yıllarınıza geldiğinizde de eğer umut vaadiyorsanız profesyonel olabiliyorsunuz. Okulunuz bu tercihe engel de olmuyor. Türkiye’de ise bu ancak sporcu bir ailenin yönlendirmesi, biraz şans veya kişisel tutkunun sonucunda olabilir.

Bu örnekler artırılabilir. Sonuçta, birey olarak bu dünyada ABD ve diğer Batı coğrafyasındaki insanlarla eşit şartlarda yaşayamıyoruz.

Batının farkı ne?

Batı coğrafyalarında siyasi, askeri, ekonomik ve sosyo-kültürel anlamda bir istikrar söz konusu. Peki Batının tam olarak ne farkı var?

Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve Çelik adlı kitabında Batının dünyadaki üstünlüğünün kaynağı olarak coğrafi avantajlar tezini öne sürüyor. Diamond’a göre Avrupa, coğrafi konumunun getirdiği bazı avantajlar sayesinde diğerlerine göre daha erken gelişerek, diğer kıtalara yayılabilmiş. Avrupa’nın coğrafi konumundan kaynaklanan bölünme, fikir ayrılıklarının oluşmasına sebep olmuş ve bu da demokrasiyi geliştirmiş.

Gustave Le Bon, Kitlelerin Psikoloji kitabında Avrupa’nın kültürel mirasına dikkat çekiyor:

“Kalıtsal zihinsel oluşum tarafından insanların hissetme ve düşünme biçiminde meydana gelen derin ayrımlar, farklı milliyetlerden ama görünüşte ortak çıkarlara sahip bireylerin oluşturduğu kitlenin içinde kimi çok nadir koşullar oluştuğu andan itibaren gözler önüne serilirler. Sosyalistler tarafından büyük kongrelerde her ülkeden işçi topluluklarını kaynaştırmaya yönelik denemeler, her zaman en korkunç anlaşmazlıklarla neticelendi. Bir Latin kitle ne kadar devrimci ya da ne kadar muhafazakar olursa olsun, taleplerini gerçekleştirmek için illaki devleti müdahaleye çağıracaktır. Her zaman merkeziyetçi ve az çok diktatörlük yanlısıdır. Buna karşılık bir İngiliz ya da Amerikan kitle, devleti tanımaz ve sadece özel teşebbüsten medet umar. Bir Fransız kitlesi eşitliği her şeyin üzerinde tutar, bir İngiliz kitlesiyse özgürlüğü. Bu ırk farklılıkları neredeyse dünya üzerindeki ulus sayısı kadar kitle türünün doğmasına yol açar.”

Gustave Le Bon, Kitlelerin Psikoloji

Avrupa’nın demokrasi kültürü sadece Reform’un, Coğrafi Keşiflerin ya da Aydınlanma döneminin bir eseri değil. Eski Yunan ve Roma döneminden kalma bir demokrasi mirasları var. Coğrafi avantajlarını, demokrasi kültürü ve bilimsel düşünce biçimi ile birleştirerek kalıcı hale getirdiler. Bu yüzden Batılı ülkelerde siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan farklı kaderler yaşanıyor.

Bizler, Türkiye’de bu ülkelere kıyasla başta ekonomik olmak üzere birçok şeyden mahrum kalırken, daha acısı, varolan birçok şeyden haberimiz bile olmuyor. İşte en acısı belki de bu.

İyi şartlarda bile coğrafya kaderdir

World Wibe Web’in mucidi Tim Berners-Lee, Steve Jobs ve Bill Gates’le aynı yıl doğup, aynı şeylerle ilgilenmesine rağmen neden bir Jobs veya Gates olmadığı sorulduğunda Silikon Vadisi’nde olmamasının kaderini doğrudan etkilediğini söylemiş:

“Çevremizde Jobs ve arkadaşlarının takıldığı Homebrew Bilgisayar Kulübü ve Silikon Vadisi ortamı yoktu. Yenilikçilik bu tür yerlerde ortaya çıkar. 1970’lerde Silikon Vadisi’nin olduğu San Francisco Bay Area’da bu ortam vardı ancak Oxford bölgesinde yoktu.”

Tim Berners-Lee

Coğrafya değişirse kader de değişiyor

Son 5 yıldır Türkiye hem siyasi hem de ekonomik açıdan kargaşa içerisinde ve ilerisi için de pek umut vermiyor. Bu süreçte Batılı ülkelere yoğun bir beyin göçü gerçekleşti. Benim de arkadaşım olan birçok insanın içinde yer aldığı bu genç insanların tamamı gittikleri yerde yeni bir hayat kurdular. Buradan takip edebildiğim kadarıyla hepsi de başarılı oldular ya da en azından buradan daha iyi durumdalar. Sadece coğrafyanın değişmesi bile kaderi değiştirdi.

Coğrafya kaderdir

Hangi yönüyle bakarsanız bakın, içinde bulunduğunuz coğrafyanın sundukları ya da sunmadıkları kaderinizi doğrudan etkiliyor. Bunun belki istinai örnekleri olsa da genel bir kural olabilecek kadar net şekilde bunun neredeyse her durumda geçerli olduğu söylenebilir. Bunun sadece ülkeler değil, bölgeler arasında geçerli olduğu da söylenebilir.

+ Yorum bulunmuyor

Yorum Yaz